Timur politik ağırlığı pek olmayan Barlas boyunun başındaki Teregey’in oğluydu. Babasının Sufi bir hayatı tercih ederek inzivaya çekilmesi hırslı Timur'un güç kazanmasının önünde görünürde ilave bir dezavantajdı. Ancak askeri yeteneği, kuvvetli karakteri, cesareti, zekasıyla "İran ve Turan"ın efendisi oldu. Seferler düzenleyerek kurduğu devletin sınırlarını dört yönde genişletti. Bu seferlerden birisi batıdaki İran üzerineydi.
İran seferinde 1387 yılında İsfahan kenti direnmeden teslim oldu: Şehrin büyüklerinin emirin huzuruna gelerek aman dilemesi üzerine Timur, şehri bağışladı ve yağmalatmadı. Ancak bunun karşılığında şehir ahalisinin tazminat vermesini talep etti. Daha sonra kentin kalesine bir yönetici tayin etti, tahsilat için memurları ve bir miktar askeri şehre gönderdi.
Bir gece vakti bir demircinin eğlenmek için çaldığı davul bir kısım kentliyi biraraya topladı. Toplananlar olanlardan dolayı birbirlerine yakındılar. Bir süre sonra yakınmalar cinnete dönüştü. İsfahanlılar şeytana uyup isyan ederek kentteki askerlerin ve memurların tamamını öldürdüler. İş işten geçtikten sonra başlarına gelecek gazabı fark ederek şehrin kapılarını kapayıp geleceği kesin felaketi beklediler.
Timur sabah kara haberi alınca birliklerine bütün şehir ahalisinin katledilmesini emretti. Söylenenlere göre her askerinin en az bir kesilmiş kafa getirmesini şart koşmuş, bu emre uymayanların kafalarının uçurulacağını ferman buyurmuştu.
Hem intikam duygusu, hem de ferman nedeniyle Emir’in ordusu İsfahan’da büyük bir kıyıma başladı. Öldürülenlerin sayısının 70.000 üzerinde olduğu söylenir. Emir, ibret-i alem için öldürülenlerin kafalarından kuleler diktirdi. Kimileri öldürecek İranlı bulamayan askerlerin daha “şanslı” olan diğerlerinden kafa satın almak zorunda kaldığını yazmışlardır.
Emir’den bütün kalbiyle nefret eden İbn Arapşah bu olayı şöyle anlatır:
“Şafak söktüğünde bu uğursuz olayı duyan Timur’un kulağına şeytan üfledi ve Timur hemen öfkeyle yerinden kalkarak zulmüne kılıf aramaya koyuldu. Çılgınca, saldırganca ve aslan gibi kükreyerek şehre yöneldi, oraya varır varmaz da yıkım başladı ve askerlerine ‘kanların dökülmesini, haremlerin kirletilmesini, ruhların çekip çıkarılmasını, işkence edilmesini, malların gasp edilmesini, binaların yıkılıp kabirlerin tahrip edilmesini, ekinlerin yakılıp hayvanların öldürülmesini, çocukların dağıtılıp namusların kirletilmesini, rahmet defterinin dürülmesini ve intikam alınmasını; âlime ilminden, edepliye faziletinden, şerefliye nesebinden ve hasebinden dolayı hürmet edilmemesini; yaşlıya yaşından, küçüğe küçüklüğünden, garibe garipliğinden, Müslümana Müslümanlığından, zımmîye zımmîliğinden, zayıfa zayıflığından, cahile sefaletinden ve hafifliğinden dolayı acınmamasını, kısacası şehirde kimsenin bırakılmamasını’ emretti ve bu emri aynen yerine getirilmeye başlandığında şehir halkı kendilerini bundan hiçbir bedelin veya şefaatin kurtaramayacağını ve sabretmekten başka çareleri olmadığını anladılar. O gün şehirde öldürülenlerin sayısı Yunus Aleyhisselam’ın ümmetinin 6 katı kadardı”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder