4 Temmuz 2009 Cumartesi

BAŞSAĞLIĞI

Türkolog, Türk dostu ve tanınmış tarihçi Jean Paul Roux'yı geçtiğimiz hafta içinde kaybettik. Toprağı bol olsun.

4 Mart 2009 Çarşamba

ünlü psikopatlar 4: ebu tahir el cannabi

Ebu Tahir, onuncu yüzyılda İslam Dünyası'nda yarattığı dehşet, vahşet ve rezalet ile eşine az rastlanır bir sapkın olarak tarihe geçmiştir.

Ebu Tahir, bahreyn merkezli karmatiler devletinin kurucusu ebu said el-cannabi'nin oğluydu. ismaili mezhebinden olan karmatiler dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru ırak'ta bir isyan çıkartmışlardı; fakat bu isyan abbasilerce bastırılmıştı. ancak çok geçmeden bahreyn ve doğu arabistan'da güçlenmişler ve devletleşebilmişlerdi.

abbasilere büyük düşmanlık besleyen Ebu Tahir, onlara karşı agresif
ve yayılmacı bir politika izledi. Irak'ta Abbasilere karşı askeri başarılar kazandı ve geçtiği yöreleri yağmaladı. Ayrıca abbasilerin en önemli düşmanı olan fatimilerle bir takım ittifaklara girdi. Ancak sözünü yerine getirmediği için kısa bir süre sonra araları açıldı.

Ebu Tahir öncesinde de karmatilerin sapkınlıkları görülmüştü. söz gelimi bir hacı kervanı pusuya düşürülmüş, binlerce hacı öldürülmüştü. ancak ebu tahir büyük bir azimle vahşetin çıtasını yükseltti. 930 yılında ordusuyla mekke seferine çıktı. ordu şehir önüne vardığında mekkeliler kentin kapılarını kapamışlardı ve kenti savunmak için hazırlık yapıyorlardı. ebu tahir hac için gelen bir müslümanın içeri alınması gerektiğini söyleyerek ve barış için geldiğine ant içerek kent kapılarının açılmasını sağladı. kente dalan askerleri hac ibadetini yerine getiren hacılardan yakaladıklarını öldürdüler. kıyım esnasında Kur'an'dan ayetler okuyarak kurbanlarıyla alay ettikleri söylenir. ebu tahir'in askerleri cesetlerin bir kısmını çürümeye terk ederlerken, bir kısmını da Zemzem Kuyusu'ndan aşağı atarak suyu zehirlediler. gözü dönmüş karmatiler aldıkları canlarla yetinmediler; Kabe'nin kapısını kırdılar, örtüsünü parçaladılar. araları açık olan fatimi halifesi için hutbe okutarak bu büyük cürümü Fatimi halifesi adına işlediklerini düşündürmeye de çalıştılar. yanlarına hacer-ül esvet taşını da alarak bahreyn'e geri döndüler.

cahiliye devrinde dahi Kabe çevresinde kan dökülmemesi geleneği olduğu hatırlanırsa sergiledikleri vahşetin ölçüsü daha iyi değerlendirilebilir.

ismaili mezhebinden olan karmatiler nmehdi'nin geleceğine inanıyorlardı. mekke katliamını ebu tahir'in mehdi'nin gelişini tetiklemek hızlandırmak üzere yapmış olabileceği üstünde durulmuştur. öyle ya, kutsal şeylerin bu ölçüde hakarete uğraması durumunda mehdi'nin gelmeyecekti de ne zaman gelecekti?

Ebu Tahir 931 yılında gelmesi için "çaba gösterdiği" kurtarıcıyı buldu. İranlı bir esiri Mehdi ilan ederek, iktidarı ona tevdi etti. bu isabetsiz tercihinin saiklerini bilmiyoruz, fakat mehdinin eylemleri kendisinin azılı bir Arap ve İslam düşmanı olduğunu hemen ortaya çıkarttı. bu şahıs muhtemelen bir Zerdüşttü, ibadetin kabe yerine ateşin kıble kabul edilerek yapılması gibi emirleriyle İslami yasayı fiilen ortadan kaldırmaya çalıştı. Muhammed ve diğer peygamberleri hakaret yağdırarak aşağılayan İranlı, bahreyn'in önemli ailelerinin fertlerini de idam ettirmeye başlayınca Ebu Tahir yanıldığını kabul ederek İranlı'yı öldürttü. bu Ebu Tahir ve karmatiler için de düşüşün başlangıcı oldu. yaşananlardan davalarına inançlarını kaybeden bir çokları göçerek abbasilere tabi oldu.

Ebu Tahir 944 yılında hastalanarak öldü.



6 Aralık 2008 Cumartesi

ünlü psikopatlar - 3: İkinci Basil, Bizans İmparatoru


İkinci Basil 976 - 1025 arası Bizans tahtının sahibiydi. Uzun yıllar tahtta kalması devleti için faydalı oldu; Bizans İmparatorluğunu yüzyıllardır olmadığı kadar güçlendiren son zamanlarının şanlı bir hükümdarı olarak bilinmiştir.

Basil, ömrünü imparatorluğunun tüm sınırlarında savaşarak geçirmiş korkusuz ve başarılı bir askerdi. yöneticiliği ve askeri dehasıyla hak ettiği tüm saygınlığa karşın, bulgarlara karşı yürüttüğü bir seferde yenerek esir ettiği düşmanlarını son derece yaratıcı bir şekilde cezalandırmasıyla tarihteki psikopatlar arasında kendine haklı bir yer edindi.

Bulgarların (isimlerini bir Türk kavminden almış, bu kavmin Slavlarla karışmasından oluşan bir millettir) Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir eyaletini iskan etmeleriyle bizans - bulgar çatışması başlamıştır. bizans, kaybettiği toprakları (ve bulgarları) hakimiyeti altına almak, bulgarlar da bizansa doğru genişlemek için büyük çaba göstermişlerdir.

Bulgar Krallığı diye bir devletin varlığını içine sindiremeyen Basil, Bulgaristan'ı ortadan kaldırmayı küçük yaşta en büyük hedeflerinden birisi yapmıştı. bu amaçla 986 yılında genç bir yaştayken çıktığı seferde Kralları Samuel yönetimindeki Bulgar orduları tarafından ordusu imha edildi, canını zor kurtardı. Samuel'le ödeşmesi için neredeyse 30 yıl geçmesini beklemesi gerekti.

1014 yılında güçlü bir orduyla Bulgaristan seferine çıktı. Diğer komşularıyla mücadele etmekten bitap düşmüş Bulgar Kralı, bu denli güçlü bir orduyla meydan savaşı yapmak istemiyordu. bunun yerine avantajlı noktalarda savunma yaparak Basil'i durdurmayı deneyecekti. Bizans ordusunun kendisine ulaşmak için dağlık arazide ilerlemesi gerekiyordu. Samuel Bizanslıların ilerleyebileceği geçitlerdeki savunma noktalarını tahkim etti. özellikle daha önceki yıllarda Bizanslıların sıklıkla kullandığı Kleidion Geçiti'ndeki istihkamı kuvvetlendirdi ve burayı yirmi bin askerle donattı. gerçekten de bizans ordusu güneyden bu rotayı izleyerek geldi ve savunma nedeniyle ilerleyişini durdurmak zorunda kaldı. Basil bu engeli aşmayı bir kaç kere denediyse de birlikleri ağır zaiyat vererek çekilmek zorunda kaldı. fakat Basil sonuç almadan dönmeyecekti. yetenekli komutanı Xiphias'ı Belasitsa dağının etrafından dolaşması ve istihkama arkadan saldırması için birliklerinin bir kısmıyla yolladı. bu arada kendisi bulgarları harekatı fark etmelerini engellemek için oyaladı.

Bizans generali Bulgarlarca tespit edilmeden istihkamın arkasına geçmeyi başardı. Bulgarlara beklemedikleri bu cepheden saldırarak savunma düzenlerini bozdu. bu arada fırsatı değerlendiren Basil ordusuyla duvarı aşarak Bulgarları çevreledi ve tüm ümitlerini yok etti. Duvarın aşıldığını öğrenen Samuel ordugahından birliklerinin yardımına koşmaya çalıştıysa da, ilerleyen Bizans birliklerince az kalsın yakalanacaktı. oğlu Gabriel Radomir'in kahramanlığıyla kendini zor kurtarabildi. öte yandan oğlu ilerleyen Bizans birliklerinin başındaki General Botaniates'i bir çatışmada öldürdü.

Bulgarları iki yönden kıstıran Basil, yaklaşık 15 bin Bulgar askerini esir almıştı. bu esirlerin talihi pek karaydı ki bir Bizans generali öldürülmüştü. kin ve üzüntüyle verdiği cezayla bulgarları hem cezalandırmak, hem de gelecek için ibret almalarını istemiş olsa gerek. Basil emretti ve esirler yüzer kişilik gruplara ayrıldılar. akabinde her yüz kişinin doksan dokuzunun iki gözünü, kalan bir kişinin tek gözünü kör ettirdi. bütün esirleri daha sonra evlerine dönmeleri için serbest bıraktı. tek gözlüleri körlere rehberlik etmeleri için tamamen kör etmemişti! Samuel'in askerlerini bu halde görünce kalp krizinden öldüğü söylenir. bu savaş, birinci Bulgar Krallığı'nın yok edilmesiyle sonuçlanacak bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.


30 Kasım 2008 Pazar

ÜNLÜ PSİKOPATLAR -2-

Mu'tazıd....psikopat...sadist...üstelik halife...
Mesudi'nin yalancısıyız. Burada ne anlatacaksak ondan öğrendik. Halife mu'tazıd işkence yapmayı seven, işkenceyi yaptığı kişileri ölünceye kadar izleyen birisiymiş. Yine Mesudi'ye göre celladı Necah el-Hürremi adında biriydi ve özel bir işkencehanesi vardı.
Bir kumandanına kızdığı zaman ona bir çukur açtırıp adamı başaşağı çukura sokup çukuru toprakla doldururmuş.Hatta bununla da yetinmeyip adamın yarım bedeninin üstüne çıkarak adamın canı çıkıncaya kadar toprağı çiğnermiş.
Rivayete göre işkence edeceği adamın ellerini arkasından bağlatırmış. Sonra eline aldığı pamuklarla adamcağızın burnunu, kulaklarını ve ağzını tıkarmış. Daha sonra adamın poposundan bir körük sokturarak hava pompalatırmış. Bu işlem adamın karnı şişene kadar devam edermiş. Sonra adamın popo deliğini de pamukla tıkarmış. En sonunda adamcağızın kaşları arasında kalın damarları keserek havanın çıkmasını sağlarmış. Gerçekten yaratıcı ve deneysel, değil mi?
Yine rivayete göre kendisine suikast hazırlığındaki bir gruptan Şeyleme namlı kişinin bizzat sorgusunu yapmıştır. Ona kimin adına çalıştığını sorduğunda Şeyleme " beni ateşte kızartsan bile daha fazlasını duyamazsın."demiş. Bunun üzerine Mu'tazıd "madem öyle istiyorsun, peki" demiş. Sonra da uzun bir demir çubuk getirttirerek adamın poposundan sokup ağzından çıkarttırmış. Kızartılmaya hazır hale gelen Şeyleme büyük acılar çekerek yavaş yavaş kızartılmış. Anlatıldığına göre bu sırada Mu'tazıd ağza alınmayacak küfürler savurmuş ve işlem bitene kadar izlemiş.

ÜNLÜ PSİKOPATLAR -1-

Alaeddin Hüseyin Cihansuz...Dünyayı yakan adam...
İran'ın doğususu o sıralarda yol geçen hanı gibidir. Merkezi otoritenin kurulamaması ya da kuranların kısa ömürlü olması pek çok öykünün bu topraklarda doğmasına yol açmıştır. Bunların içinde en ünlülerinden biri Cihansuz adıyla bilinen Alaeddin Hüseyin adlı Gur Han'ının öyküsüdür. Gurlar için kaynaklarda dağlı bir kavim oldukları belirtilmektedir ( Afganistan'ın ortalarındaki Gur dağları-daha doğru tabirle Garjistan-...). Nispeten dış dünyadan yalıtılmış olan bu bölge yaşayanları tarih sahnesine kısa bir dönem ve size anlatacağımız trajedik olaylarla çıkmıştır.
Kökenleri hakkında çokça şey bilmiyoruz. Şansab adlı birinin güçlenerek hanedan kurduğu ve Ali döneminde islamiyete geçtiği belirtilmekle beraber özellikle Gazneli Mahmud'un Gur Hanlığı'nı kendisine bağımlı bir ülke haline getiridiği söylenir. Rivayete göre Mahmud Gur prensi Sur oğlu Mahmud'u yenmiştir. Gur Han'ı Azizeddin Hasan ölünce yerini yedi oğluna bırakır ( yedi yıldızlar diye anılmaktalarmış)( kimilerine göre Gur Hanlığı taht için kardeş öldürme geleneğinin olmadığı ve aile bağlarının yüksek olduğu bir hanlıktır.). Bunların içinde Seyfeddin Suri diğerlerine üstünlüğünü kanıtlar. Ancak kardeşlerinden Kutbiddin Muhammet kardeşler arasındaki bir anlaşmazlık nedeniyle yönetim bölgesi Firuz Kuh'u terkederek Gazne'ye gider. Burada Sultan'ın haremine kötü gözle baktığı suçlaması sonucunda Gazne yöneticisi Behram Şah tarafından yakalanarak öldürülür. Seyfeddin bu haber üzerine ordusunu toplar ve Gazne'ye yönelir. Bu konuda kaynaklar çok net bilgiler vermemektedir. Keza Gazne kuşatma altında iken Behramşah'ın ordusunun aniden gelmesi nedeniyle Gurluların şaşrıdığı ve bu nedenle yenilerek Seyfeddin'in esir düştüğü söylenmekle beraber Behram Şah'ın önce geri çekildiği ve kenti işgal eden Gurluların kış bastırmadan geri dönmeleri ve Gazne'de kalan birliklerle haberleşmelerinin kesilmesi üzerine kenti kuşatarak ele geçirdiği de söylenmektedir. Sonuçta Seyfeddin yakalanır. Yüzü zifte batırılır ve bir deve üzerinde sokaklarda, pazarlarda gezdirilir. En sonunda kafası kesilerek öldürülür.
Seyfeddin'in kardeşi Bahaddin kardeşinin intikamını almak üzere yola çıkar ancak hastalanarak ölür.
Öykümüzün kahramanı Cihansuz, Seyfeddin'in hayatta kalan tek kardeşi olarak başa geçer ve yarım kalan kardeşinin öcünü alma işini tamamlamaya yemin eder. Bunu yapar da...
Yabancı bir kaynağın "islamın bu güne kadar görmediği en korkunç canavarlardan biri" olarak tanımladığı Cihansuz asker, kaçak, hırlı -hırsız kimi bulursa ordusunda toplar ve Gazne üzerine yürür. Behram'ın oğlu Devlet Şah'ı üç kere yenerek Gazne'yi ele geçirir. 1150 yılıdır.
Tüm erkekler öldürülür. Tüm kadınlara tecavüz edilir. Kentteki her şey yakılır; yangın yedi gün sürmüştür ve öylesine büyüktür ki gece gündüz gibi olmuş, dumanlar ise gündüz karanlığa neden olmuştur. Bu sırada Cihansuz'un "dünyayı ateşe veririm" diyerek şarkı söylediği ve dans ettiği rivayet edilir.
Kentteki her şey yakılmakla kalmaz yıkılır da. Bütün mezarlar ( Mahmud, Mesut ve İbrahim'in mezarları haricinde ) açılarak tahrib edilir. Türlü barbarlık yapılır... Kentin bütün mollaları esir edilerek zincirlenir ve başkent Gur'a kadar yürütüldükten sonra kanları inşaat harçlarında kullanılır.
Yaptıkları ile yetinmeyen Alaeddin Hüseyin Cihansuz ordusuyla Gaznelilerin kış başkenti Bust'a saldırır. Öldürmek, tecavüz etmek, işkence etmek gibi sıradan ve yaratıcı olmayan barbarlıklar yanında kentte hiç bir canlı bırakmaz. Ancak yine de hırsı geçmez. Öyle ki kentteki ağaçları kestirir, kuyuları kapattırır. Sulama kanallarını bile kumla doldurtur.
Cihansuz adını almaya yetecek kadar barbarlık yapan Alaeddin Hüseyin daha sonra Sultan Sancar'a esir düşer ve rivayete göre yazdığı bir şiir çok beğenildiği için sultan tarafından salıverilir ( çok nüktedan birisi olduğu söylenmektedir.).

20 Ekim 2008 Pazartesi

Müseylime: "Allah'ın elçisi Müseylime'den, Allah'ın elçisi Muhammed'e"

Müseylime, İslam’ın doğduğu yıllarda yaşadı. Peygamber olduğunu öne sürdü, Allah’ın kendisini Muhammed ile ortak kıldığını iddia etti, İslam devletine savaş açtı, yenildi ve öldürüldü.

Müseylime, Arabistan’ın en büyük kabilelerinden, Yemame’de mukim Beni Hanife’dendi. Müseylime’nin hayatının dönümü Yemame’den Medine’ye İslam peygamberini ziyaret eden heyette yer almasıyla başladı. Medine’de Muhammed ile görüşerek İslam’ı seçen heyet, görevini tamamlamış olarak Yemame’ye geri döndü. Heyettekiler Beni Hanife kabilesini İslam’ı seçmeleri yönünde ikna etmeye başardılar.

Müseylime, Medine ziyaretinden bir kaç ay sonra kendisinin de bir peygamber olduğunu ilan etti. Müseylime başarılı, etkileyici bir hatipti. Aynı zamanda fevkalade bir ilüzyonistti; daha önce kimsenin görmediği numaraları başarıyla yapıyordu. Bu yeteneklerini kullanarak kısa süre içinde İslam’a yeni geçmiş kabilesi içinde önemli bir taraftar kitlesi edindi.

Müseylime’nin zaman içinde kabilesi içinde nüfuzu arttı. kendine güveni nüfuzundan daha da hızlı arttı. herhalde kendisini denk olarak görmeye başladı ki, Muhammed’e bir mektup yazdı. mektup “Allah’ın elçisi Müseylime’den Allah’ın elçisi Muhammed’e” diye başlıyordu. mektubun devamında Müseylime peygamberliğinden bahsediyor, İslam peygamberine dünyayı aralarında paylaşmayı öneriyordu! Muhammed’in cevabı olumsuz ve çok sert oldu; yanıt şöyle başlıyordu: “Allah’ın resulü Muhammed’den Büyük Yalancı Müseylime’ye”.

bu olayların akabinde, doğal olarak, Müslümanlar ve Müseylime arasında ilişkiler sıcak olmadı. ancak Müseylime geri adım atmadı; bu dönemde müslümanların Arabistan'daki kabilelerin isyanlarıyla uğraşmaları da çekinmezliğini arttırıyordu.

Müseylime, Peygamber'in ölümünden sonra kendisini yanlıştan dönmeye davet eden Ebu Bekir’in elçisini öldürtmek suretiyle halifeliğe savaş ilan etti. kendisi için en büyük talihsizlik tarihin en önemli komutanlarından Halid bin Velid’in komuta ettiği bir orduya karşı savaşmasıdır. savaş sonunda Müseylime ölmüş, kuvvetleri yenilmiştir. peygamberin amcasını katleden, sonradan müslümanlığı seçen Vahşi ibn Harb tarafından peygamberin amcası Hamza’yı öldürdüğü kargının ta kendisiyle öldürülmüştür. Ancak Arabistan’ın en güçlü kabilelerinden birisiyle yapılan bu savaş halifelik için de bir kan kaybıyla sonuçlanmıştır: hayattayken Peygamberin çevresinde bulunmuş ve Kuran’ı hatmetmişlerden o denli çok kişi şehit düşmüştür ki, Ömer, Ebu Bekir’e o güne kadar sadece insanların ezberlerinde saklanan Kur’an’ın yazılı hale getirilmesini önermiştir.

peygamberliğini ilan ettikten sonra elinden geldiğince Muhammedi takip etmeye çalışan Müseylime çeşitli sureler de tebliğ etmiştir. yalancı peygamberin uydurduğu surelere Müslüman tarihçiler örnek vermişlerdir:
Fil nedir? Filin ne olduğunu size kim anlatacak? İp gibi bir kuyruğu ve uzun bir gövdesi vardır. Bu Rabbimizin yarattıkları içinde pek az önemlilerdendir.
Kurbağa! Ne kadar kutlusun! Ne su içeni engellersin, ne de suyu pisletirsin. Dünyanın yarısı bize aittir, yarısı da Kureyşlilere. Ancak Kureyşliler zalimdirler!

5 Ekim 2008 Pazar

Kral Sebastian'ın "Haçlı Seferi": "Tedbire, sağduyuya, taktiğe gerek yok, bana güvenin"

Don Sebastian, 1568 yılında, 14 yaşındayken Portekiz tahtına çıktı. Çocukluğundan itibaren aldığı Hıristiyanlık ve şövalyelik eğitimi, onu hem adanmış bir Hıristiyan, hem iyi bir savaşçı haline getirmişti. mükemmel bir binici, avcı, kılıç ustası ve boğa güreşçisiydi. fiziki gücüne meydan okunamıyordu; söylenenlere göre korkusuzluğunu da gücünden alıyordu. ancak bilen biliyordu ki, korkusuzluğunun tek nedeni kuvveti değildi, ailesinde delilik emareleri görülmüştü. Sebastian'ın taşıdığı bu kalıtsal miras, aldığı koyu Hıristiyanlık eğitimi, İber yarımadası'nın müslümanlardan geri alınmasının hafızasındaki taze anıları, Portekiz'in Kuzey Afrikalı müslümanlar ve Osmanlılarla olan güç mücadelesi, zaman içinde kendisini dengesizleştirerek dini fanatikliğe sürükledi. artık bir Haçlı Seferi düzenlemek ve müslüman "dinsizler"e karşı bahadırca savaşmak hayatının amacı olmuştu.

16. yüzyılda Portekiz büyük bir ticaret imparatorluğu haline gelmişti. Hint Okyanusu, Güneydoğu Asya, Brezilya, Japonya arasındaki ticaretten büyük gelir elde ediyordu. Nüfusu azdı, askeri kuvveti pek güçlü değildi; ama yine de Kuzey Afrika'da birkaç kıyı kenti kolayca ele geçirilebilmişti. Fakat hayalperest Sebastian böyle bir ticaret imparatorluğuyla yetinemezdi; mutlaka Kuzey Afrika'yı tamamen ele geçirmeliydi. Kaderin cilvesine bakın ki aynı zamanda Osmanlılarla güç birliği içinde olan Fas Sultanı Abdülmelik, yeğeni Ebu Abdullah Muhammed II Saadi ile taht mücadelesi veriyordu. Emire karşı yandaşsız kalan yeğeni son çare olarak Portekiz'e gelerek Sebastian'dan kendisini mücadelesinde desteklemesini isteyince, kralın istediği fırsat da ayağına gelmiş oldu.

Sebastian bir servet harcayarak güçlü bir donanma ve Portekizlilerin yanısıra İspanyol, Alman, İtalyan ve İngiliz paralı askerlerinden oluşan hatrı sayılır bir ordu kurdu. Portekiz aristokrasisinin neredeyse tamamı da bu sefere katılmaya gönüllüydü. Sultan'ın asi yeğeni Ebu Abdullah Muhammed II Saadi, altı bin kişilik bir orduyla onyedi bin askerden oluşan Portekiz ordusunu takviye etti.

Hayalperest kral, birlikte savaş deneyimi bulunmayan birliklerden oluşan ordusunun eğitimi için zaman tanımayarak birliklerin toplanmasından hemen sonra, 1578 yazında donanmasına Fas’a yelken açtırdı. Portekiz asilleri savaştan çok kır gezisine çıkmış gibiydiler, yanlarında altın ile gümüşten, ipek ve satenden her türlü lükslerini almışlardı. dokuz bin kişilik bir hizmetli ordusu bu ağırlıkları taşıyordu. kral orduyu bir komutan ciddiyetinde yönetmekte de zafiyet gösteriyordu. disiplinsizlik had safhadaydı. farklı gruplar arası kavgalar eksik olmuyordu. kral bu arada karşısında kırk – elli bin askerden oluşan bir ordu olduğuna dair istihbaratlara inanmayı red ediyor, Fas sultanının mütareke tekliflerini de geri çeviriyordu.

herhalde rüyasını kurduğu tayin edici savaşa hasrete dayanmakta zorlanan Sebastian'ın çılgınlığı gittikçe gözle görülür hale geliyordu. bir seferinde ordugaha akın yapıp geri çekilen ikibin beşyüz Müslüman akıncıyı yanında yalnız bir adamıyla takibe kalkışması herkesin yüreğini ağzına getirdi. kralın beceriksizliği o kadar aşikar, askerlerde moraller öylesine bozuktu ki, ispanyol elçisi İspanya Kralına yolladığı mektuplarda kesin bir felakete uğrayacaklarından bahsediyordu.

Gerçekten de felaket için tüm şartlar uygundu. Sebastian yaz sıcağı altında, devasa ağırlıklar ve hizmetlilerin yavaşlattığı, düşmanın yaklaşık yarısı kadar askerden oluşan, farklı birlikler arasında husumetin ve güvensizliğin söz konusu olduğu, disiplinsiz ve eğitimsiz ordusuyla donanmasından ve kıyıdan ayrılarak Fas’ın içlerine girip Kasr El-Kebir’e ilerledi.

Bu arada Sultan Abdülmalik savaşa iyi hazırlanmıştı. Vaktinde Osmanlı donanmasında görev yapmıştı. Karşı karşıya kaldığı Portekiz tehdidine karşı cihad ilan ederek birliği sağlamış, Osmanlıların savaş yöntemleriyle ordusunu hızla eğitmiş, askerlerini ateşli silahlarla ve bombalarla donatmıştı.

Kasr el-kebir’de iki ordu karşılaştı. Geniş bir hatla dizilen on bin Fas süvarisinin amacı düşmanı çevrelemekti. Sultan ordusunun merkezine Hıristiyanlara karşı nefretlerini koruyan Endülüs göçmenlerini konuşlandırmıştı. Savaşın daha başlarında Portekiz ordusunun merkezini yöneten İngiliz subay öldürüldü. Sultan'ın süvarisi de başarıyla Portekiz ordusunu çembere aldı. Sebastian ordusunu komuta etmek yerine cesaretini herkese göstermek üzere yerine terk ederek Müslüman kuvvetlerinin içine daldı. Portekiz ordusu dört saat içinde tamamen darmadağın oldu. 100 kişi kaçarak kurtulabildi; onbinler öldü, kalanlar ise esir alındı.

savaşın tarihte pek görülmedik bir sonucu savaşan her üç kralın da yaşamını yitirmesiydi. Sultan muhtemelen zehirlenmişti ve savaş nihayete ermeden kalbine yenik düştü, ama bir kahraman olarak hatırlanıyor. asi yeğeni muharebede öldürüldü. müslüman askerlerin arasına dalan Sebastian'ın ölüsü de dirisi de bulunmadı.

Sebastian'ın hesapsız kitapsız macerasının faturası hesaba kitaba gelecek gibi değildi. birincisi kendi canını kaybetti. ikincisi Portekiz İmparatorluğu bağımsızlığını kaybettiği utanç verici bir dönem geçirdi. Kral ölmüştü, bekardı ve çocuğu yoktu. aristokrasisinin de neredeyse tamamı savaşta yaşamını yitirmişti. dolayısıyla güçlü bir hükümdarın ülkeyi derleyip toparlaması mümkün değildi. ortaya çıkan kaostan İspanya yararlandı: kuzeni olan İspanya Kralı Philip 1580’de Portekiz'i ele geçirdi. Portekiz ancak 1640 yılında İspanya'dan bağımsızlığını geri alabildi. ordularının mahvı ve Sebastian'ın ölümü Portekizlilerde büyük bir travmaya neden oldu. travma o denli büyüktü ki, Sebastian'ın aslında ölmediğine ve gelecekte dönerek ülkesini büyük felaketlerden kurtaracağına inanan bir tarikat, "Sebastianizm" doğdu.