10 Şubat 2008 Pazar

İsfahanlıların Timur’un Askerlerini Katletmeleri: “Emir Şehrin Dışında Bütün Ordusuyla Kamp Kurmuş Olsa da Şehirdeki Askerlerini Öldürelim"

Timur politik ağırlığı pek olmayan Barlas boyunun başındaki Teregey’in oğluydu. Babasının Sufi bir hayatı tercih ederek inzivaya çekilmesi hırslı Timur'un güç kazanmasının önünde görünürde ilave bir dezavantajdı. Ancak askeri yeteneği, kuvvetli karakteri, cesareti, zekasıyla "İran ve Turan"ın efendisi oldu. Seferler düzenleyerek kurduğu devletin sınırlarını dört yönde genişletti. Bu seferlerden birisi batıdaki İran üzerineydi.

İran seferinde 1387 yılında İsfahan kenti direnmeden teslim oldu: Şehrin büyüklerinin emirin huzuruna gelerek aman dilemesi üzerine Timur, şehri bağışladı ve yağmalatmadı. Ancak bunun karşılığında şehir ahalisinin tazminat vermesini talep etti. Daha sonra kentin kalesine bir yönetici tayin etti, tahsilat için memurları ve bir miktar askeri şehre gönderdi.

Bir gece vakti bir demircinin eğlenmek için çaldığı davul bir kısım kentliyi biraraya topladı. Toplananlar olanlardan dolayı birbirlerine yakındılar. Bir süre sonra yakınmalar cinnete dönüştü. İsfahanlılar şeytana uyup isyan ederek kentteki askerlerin ve memurların tamamını öldürdüler. İş işten geçtikten sonra başlarına gelecek gazabı fark ederek şehrin kapılarını kapayıp geleceği kesin felaketi beklediler.

Timur sabah kara haberi alınca birliklerine bütün şehir ahalisinin katledilmesini emretti. Söylenenlere göre her askerinin en az bir kesilmiş kafa getirmesini şart koşmuş, bu emre uymayanların kafalarının uçurulacağını ferman buyurmuştu.

Hem intikam duygusu, hem de ferman nedeniyle Emir’in ordusu İsfahan’da büyük bir kıyıma başladı. Öldürülenlerin sayısının 70.000 üzerinde olduğu söylenir. Emir, ibret-i alem için öldürülenlerin kafalarından kuleler diktirdi. Kimileri öldürecek İranlı bulamayan askerlerin daha “şanslı” olan diğerlerinden kafa satın almak zorunda kaldığını yazmışlardır.

Emir’den bütün kalbiyle nefret eden İbn Arapşah bu olayı şöyle anlatır:

“Şafak söktüğünde bu uğursuz olayı duyan Timur’un kulağına şeytan üfledi ve Timur hemen öfkeyle yerinden kalkarak zulmüne kılıf aramaya koyuldu. Çılgınca, saldırganca ve aslan gibi kükreyerek şehre yöneldi, oraya varır varmaz da yıkım başladı ve askerlerine ‘kanların dökülmesini, haremlerin kirletilmesini, ruhların çekip çıkarılmasını, işkence edilmesini, malların gasp edilmesini, binaların yıkılıp kabirlerin tahrip edilmesini, ekinlerin yakılıp hayvanların öldürülmesini, çocukların dağıtılıp namusların kirletilmesini, rahmet defterinin dürülmesini ve intikam alınmasını; âlime ilminden, edepliye faziletinden, şerefliye nesebinden ve hasebinden dolayı hürmet edilmemesini; yaşlıya yaşından, küçüğe küçüklüğünden, garibe garipliğinden, Müslümana Müslümanlığından, zımmîye zımmîliğinden, zayıfa zayıflığından, cahile sefaletinden ve hafifliğinden dolayı acınmamasını, kısacası şehirde kimsenin bırakılmamasını’ emretti ve bu emri aynen yerine getirilmeye başlandığında şehir halkı kendilerini bundan hiçbir bedelin veya şefaatin kurtaramayacağını ve sabretmekten başka çareleri olmadığını anladılar. O gün şehirde öldürülenlerin sayısı Yunus Aleyhisselam’ın ümmetinin 6 katı kadardı”

9 Şubat 2008 Cumartesi

Tiflislilerin Hazar Kağanı’na Hakaretleri: “Dünyanın En Güçlü Ordusunu Geçici Olarak Durdurabildik; Hadi Şimdi Onları Aşağılayalım!”

Yedinci yüzyılda dünyada birbirine komşu üç büyük güç vardı: Bizanslılar, Sasaniler ve Türkler. Türkler altıncı yüzyılda büyük bir devlet kurmuşlardı; bir çok göçebe ve yerleşik kabileye hükmediyorlardı. Bunlar içinde Hazarlar en batıdakilerdi. Türklerin kutsal ailesi Aşina, Hazarlara da kağan veriyordu.

7. yüzyılın başlarında Hazarlar Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyindeki topraklarda yerleşiktiler. Bizans’ın sınırları Balkanlar, Anadolu, Kuzey Afrika ve Mezopotamya’dan geçiyordu. İran ise Kafkasların güneyinde, Afganistan’da hakimdi. İran ve Bizans arasında uzun yıllardır devam eden bir savaş vardı. Karşılıklı zaferler ile üstünlük bu iki imparatorluk arasında gidip geliyordu. Her iki imparatorluk da diğerine darbe vurabilmek için diğer devletlerden de yararlanmaya çalışıyorlardı.

626 yılında İranlılar Avarlarla anlaştılar. Avarlar yerli kavimleri itaat altına alarak Balkanlara yerleşmiş, Türk ya da akraba kökenli diğer bir savaşçı kabileydi. Anlaşma gereğince Avarlar güneye inerek aynı yılda İstanbul’u kuşattılar. Kuşatmada Avarlara yardıma gelen İranlıları Bizanslılar denizde durdurarak mutlak bir felaketten kurtuldular. Kuzeyde Avarlar ve doğuda İranlılara karşı yalnız kalan Bizans İmparatoru Heraklius, İranlılara karşı Türkler ve Hazarlar ile anlaştı.

Heraklius’un daveti üzerine “Kuzeyin kralı” yani Hazar Kağanı Ziebel ordusuyla güneye, İran’a doğru hareket etti. İranlılar Hazar ordusunu doğal bir engel olan Kafkas Dağları’nda durdurmayı planlamışlar ve Kafkas Dağlarından aşağıya inilebilen tek geçit olan Derbend geçidini tahkim etmişlerdi. Ancak “çekik gözlü, kadınlar gibi uzun ve örülü saçlı, kan içici” Türkler Derbend’i büyük bir hızla geçerek Kafkaslara indiler ve İranlılara verdikleri destek yüzünden Kafkas illerini yağmalayarak cezalandırdılar.

Aynı zamanda Bizans imparatoru Heraklius düşmanının hesaplamadığı bir hamleyle gemileriyle Karadeniz’e açıldı, ordularını batıda geniş bir satha yaymış olan İran Şahı Hüsrev'in arkasına dolanmış oldu. İmparator güçlü bir ordunun başında Kafkaslara geldi ve Hazar kağanı Ziebel ile güçlerini Tiflis’in önünde birleştirdi. Bu buluşmada Heraklius Hazar soylularına verdiği cömert hediyelerin yanısıra Hazar kağanını kızıyla evlendirmeye söz vererek, Kağan’dan 40 bin savaşçısıyla yardım sözü aldı.

Tiflis, İranlıların bir garnizonuydu ve şehirde yerel halkın yanısıra İranlı kuvvetler bulunuyordu. Kent teslim olmayınca iki ordu kuşatmaya başladılar. İki ay sonunda kuşatma şehir ahalisinin büyük çabaları ve fedakarlıkları sonucunda sonuçsuz kaldı. Zaman ve asker kaybettiği için endişelenen Bizans imparatoru Hazar Kağanı’na kuşatmanın sonuç vermediğini, kendisinin güneye ineceğini, oradaki yaz sıcaklarına Türklerin fazla dayanamadıklarını bildiğini söyleyerek sıcaklar bitince geri gelmesini istedi. Böylelikle kuşatma kaldırıldı ve Hazarlar evlerine dönme hazırlıkları yapmaya başladılar.

Kuşatmanın kalkmasıyla Tiflisliler ölümcül bir günah işlediler! Kazandıkları zafer nedeniyle kendilerini kaybeden şehrin sakinleri iri bir bal kabağını oyarak Hazar Kağanı’nın kuklasını yaptılar. Kuklada Hazar Kağanı’nın çekik gözleri, uzun saçları, geniş burnu, seyrek bıyıklarıyla dalga geçtiler. Oydukları bal kabağını surlardan sarkıttılar ve Hazar savaşçılarına gelip kağanları önünde diz çökmelerini söyleyerek sataştılar. En sonunda bal kabağını mızraklarıyla delik deşik ettiler. Benzer aşağılamaları Bizans İmparatoru için de yaptılar. Heraklius ve Ziebel aşağılanmalarının intikamını alacaklarına dair yemin ederek Tiflis’ten ayrıldılar.

Heraklius ordusuyla güneye indi. Dicle Irmağı kıyısında Nineveh’te İranlıların ordusu ile karşı karşıya geldi. Muharebede Romalılar İranlıları ezdiler. Yıllardır süren savaşların yarattığı memnuniyetsizlik ve despotluğunun getirdiği Bu sonucun tetiklemesiyle Şah Hüsrev bir darbe ile tahttan indirildi ve öldürüldü. Hüsrev’den sonra İran bir fetret devrine girdi.

Havaların soğumasıyla uğradığı hakareti unutmamış olan Kağan harekete geçti. Kuzeyden gelen Hazar ordusu Tiflis’i yeniden kuşattı. Savunmaları tamamen dağılmış olan İranlılardan yardım alamayan şehir 2 ay süren kuşatma sonunda düştü. Kağan şehrin bütün ahalisinin yok edilmesini emretti. Tüm ahali öldürüldükten sonra şehirde canlı iki kişi yakalandı. Birisi İranlı vali, diğeri ise yerli Gürcülerdendi. Bunlar kağanın önüne getirildi. Kağan intikamını tamamladı: Her iki adamın önce gözleri oyuldu, sonra boğuldular, boşaltılan içlerine saman dolduruldu ve birer kukla gibi surlardan aşağıya iple asıldılar.